Emanet ve dönüşüm: Vuslat’ın eserlerinde derin anlamlar ve çözümler

Vuslat’ın Tophane-i Amire’de Doç. Dr. Ebru Yetişkin küratörlüğünde iş birlikçi, geçirgen ve çok sesli bir anlatı peyzajı olarak sunulan ‘Emanet’ başlıklı sergisi, 30 Temmuz’a kadar izleyiciyle buluşmaya devam edecek. Serginin bir önceki durağı olan Baksı Müzesi’ndeki hazırlık süreçlerinde, müzenin kurucusu Prof. Hüsamettin Koçan ile çeşitli görevler üstlenmiş biri olarak sergi hakkındaki bu değerlendirme yazısını büyük bir iştahla hazırladım.

Sergi üzerine inceleme yaparken en çok ilgimi çeken, günümüzde kendisine atfedildiği biçimde dürüstçe ve doğru biçimde çalışmayan kompleks bir sistem olan ‘Emanet’ kavramını oluşturan alt sistemlerdeki yozlaşma, kırılma, onarılma ve yeniden kurgulama gibi durumların Vuslat’ın sanat sözü aracılığıyla günümüzde nasıl yer bulduğuna dair bir bakış sunmaya çalışmak oldu. Kuantum Fiziği’nden aşina olduğumuz Belirme/Zuhur (Emergence) teorisi (Holland, 1998), basit kurallara göre hareket eden bireysel bileşenlerin birlikte çalışarak daha büyük ve karmaşık yapıları nasıl ortaya çıkardığını inceleyen çalışmalara odaklanır. Genellikle biyolojik, sosyal veya ekolojik sistemlerde gözlemlenen bu duruma Belirme Davranış Modeli (Emergence Pattern) adı verilir. Vuslat’ın da bu serginin araştırma evresinde çokça beslendiği güncel epigenetik bilgileri göz önüne alarak, ‘Emanet’ kavramının Belirme/Oluşma üzerinden alt sistem ve bileşenlerine bakmaya karar verdim. Bu yazıda emanetin farkına varmak, onu doğru anlamak, korumak, saklamak ve gelecek nesillere aktarmak gibi çeşitli belirme ve oluş süreçlerini kapsayan karmaşık durumun Vuslat’ın ellerinde nasıl şekillendiğini inceleyeceğiz.

ÜRETİME DÖNÜŞEN ‘EMANET’

Tophane-i Amire’de emanet kavramı, Baksı Müzesi’ndeki ilk gösteriminden daha detaylı ve iş birlikçi bir biçimde katmanlaşarak, semantik, epistemolojik ve ontolojik değerlendirmeler süzgecinden geçerek, çok çeşitli malzeme kullanımlarıyla üretime dönüşüyor. Peki, sanatçının çevrede gerçekleştirdiği bir müze sergisinden sonra merkezde bu çeşitlendirmeyi yapma itkisi ne olmuştu? Şüphesiz, Çoruh Nehri ve Kaçkar Dağları’nın insanı ezen ölçeğinde doğanın karşısında kırılganlığa uğrayan kibrimizle yüzleşme, bu pitoreskin çok kültürlü dünyasının samimi değerleriyle karşılaşma, merkezin dinamiklerinden uzak bu coğrafyanın yaratıcı eyleme bakışını anlama ve sanattaki ardzamanlılığın içinde yoğurulma gibi birbirinden önemli ilham anları olmuş olabilir. Bu bakımdan, Vuslat’ın da sergiyi çevreden merkeze taşımasını bir “Emanet” olarak görmek doğrudur. Oradakine atfettiği kutsallığı sahiplenerek saklamak, korumak, doğru biçimde anlatmak için çeşitlendirmek ve farklı medyumlar aracılığıyla bütüncül (holistik) bir yaklaşımla yeniden doğurmak ve çoğaltmak, özenle kurduğu bu bağı aktarmaya çalışmasının karşılığını sergi hakkıyla veriyor.

Sergileme mekanı olan Tophane-i Amire, 15. yüzyılda Bizans döneminde dini bir yapı olarak inşa edilmiş, fetih sonrası Fatih Sultan Mehmet tarafından top döküm merkezi olarak işlevi dönüştürülmüş endüstriyel bir hafıza mekanı. İnsan eliyle yaratılanın kalıcılığına ve dayanıklılığına atıfta bulunan bir emanet niteliğindeki bu yapıda, küratör Ebru Yetişkin’in belirttiği gibi, sergilenen heykel, video, yerleştirme ve desenlerden oluşan eserler belirli bir ritim veya düzen gözetmeksizin mekana yerleştirilmiş olup, yaşamaya alan açan büyük boşluklarda çapraz karşılaşmaların yaratılmasına imkan sağlıyor. Vuslat’ın, emaneti “sana ait olmayan bir şeyi sahiplenerek saklamak, seninmiş gibi, hatta sahip olduğundan daha fazla özen göstererek ve değer vererek korumak” şeklinde açıklaması, bilinen anlamının ötesinde, emanet kavramının aslında bir bağ kurma konusu olduğunu vurguluyor. Bu yaklaşım, pek çok tarihi, kültürel ve sosyal emanete yönelik eleştiriyi de beraberinde getiriyor. Sergileme mekanı üzerinden yapılan bu derinlemesine düşünme, Antroposen’de (İnsan Çağı) her zamankinden daha yalnız olan insanın dünya üzerindeki tartışılmaz otoritesinin geçici olduğun ve entropinin varlığına işaret ediyor. Aldığımız nefes dahil çevremizdeki her şeye emanet olarak bakmamız halinde gerçek olabilecek değişimlere dair farkındalık yaratıyor.

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

HAYATA SAHİPLİK DEĞİL, EMANET OLARAK BAKMAK

Serginin çıkış noktası olan Vuslat’ın anneannesinin anlattığı ‘Ayağına Diken Batan Serçe’ masalının Ermenice, Rusça ve Ermeniceden İngilizceye çevrilmiş orijinalinde edepsiz bir kuşun herkesi cezalandıran bir davranış sergilemesi anlatılıyor. Ancak Vuslat, bu masalı kendi sesiyle yeniden yorumlayarak serçeyi bilge bir karakter olarak tasvir ediyor. Kolektif hafızayı iyimser biçimde yapılandırmak için yapılan bu müdahalede serçe şöyle diyor: “Eğer emanete sahip çıkarsan, insanlarla güven ilişkisi oluşturur ve bu seni mutlu eder.” Sanatçının ilk kez tasarladığı sallanan koltuk ve çocukluk odasındaki başucu lambasından ilham alarak ürettiği endüstriyel malzemeleri boyutlandırdığı ışık düzenlemesi, masal dinleyicisine dış dünyadan yalıtılmış bir güvenli alan oluşturuyor. Bu alanda, Vuslat’ın masal yorumuyla hayata sahiplik değil, emanet olarak bakmanın günümüzün sorunlarına getireceği çözümleri, güven ve ortak yaşamı nasıl şekillendirebileceğimizi yeniden düşünüyoruz.

Serginin kavramsal çerçevesini çeşitlendiren hareketli imge-ses kurgusu, Bayburt’a ait taş, toprak ve sığır kuyruğu gibi bitkilerden elde edilen doğal renk pigmentleri, akustik ve mekan gibi unsurlar üzerinden yapısöküm analizi yapıldığında, eserlerin her bir bileşeninin etkileşimleri ve anlam devinimleri net bir şekilde hissediliyor.

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Wittgenstein’ın “Dünyanın sınırı, dilinin sınırıdır” ifadesi (Wittgenstein, 1996, 5.6), dilin düşünme ve anlamlandırma süreçlerimizi belirleyen temel bir araç olduğunu vurgular. Bu ilkeye göre, dil sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda düşüncelerimizin ve anlamlarımızın sınırlarını çizendir. Vuslat’ın araştırma ve arşivleme sürecini üstlendiği üretimde, Pelda Aktaş ile kolektif bir çalışma yürütülen “Kucaklaşma” başlıklı yerleştirmesinde, dil ve kültür arasındaki derin bağlantıyı keşfetmeye yönelik bir yaklaşım sergileniyor. Emanet kelimesinin kökeni ve taşıdığı sosyal ve politik anlamlar bir kumaş üzerine işlenerek, dilin sınırları ve etkileri görsel bir biçimde yeniden oluşturuluyor. Gümüşhane Kelkit Halk Evi’ndeki kadınların da kök boya üretiminde katkı sunarak parçası olduğu eser Türk kültüründe derin bir anlam taşıyan “emanet”, Aramice, İbranice, Arapça, Farsça, Urduca, Kürtçe ve Yunanca gibi farklı dillerde de benzer ses ve anlam özellikleri göstererek, dilin sınırlarının nasıl genişlediğini ve kültürel etkileşimlerin birbirini nasıl şekillendirdiğini ortaya koyuyor.

Serginin merkezinde yer alan “Yaşamın Göbek Bağı” başlıklı dev ölçekli eser, 600 halkadan oluşan zincirlerle tasarlanmış. Baksı Müzesi’ndeki ilk yerleşiminden daha geniş bir alana yayılarak mekana karışan kıvrımlarla düzenlenen bu eser, sanatçıya emanet edilmiş ve gelecekteki nesillere aktarılması amaçlanan bir altın zincir den ilhamla üretilmiş. Moleküler bir perspektiften bakıldığında, bu zincir atalarımızdan aldığımız bilgiyi nasıl saklayıp koruduğumuza veya dönüştürdüğümüze dair bir sorgulamayı ifade ediyor. Yapıt Vuslat’ın son dönemde epigenom üzerine yaptığı araştırmaların çıktılarıyla beslenerek bu kez daha güçlü bir anlama bürünerek karşımıza çıkıyor. Ayrıca bana da tüm sergiyi “Belirme/Zuhur (Emergence)” teorisi çerçevesinde değerlendirilmeye olanak sağlıyor.

Richard Tedeschi ve Lawrence Calhoun’un (Tedeschi and Calhoun, 1995) tanımladığı travma sonrası dönüşüm deneyimi, bireylerin hayatlarına yeni bir anlam kazandırabileceğini ve kişisel güçlenme, ilişkilerde derinlik, yaşam amacında netlik gibi olumlu değişiklikler yaşanabileceğini öne sürer. Sanat yapıtı, sanatçının öznel ifadesidir ve izleyici, bu yapıtı kişisel deneyimleri, duygusal durumu ve kültürel arka planına göre yorumlar. Bu açıdan Emanet sergisinin bütünündeki üretimler Vuslat için bir dönüşüm deneyiminin meyvesi denilebilir.

Vuslat, ‘Emanet’ ile bireysel dönüşümü bir tür birlikte direnç kazanma meditasyonu gibi sosyal ve kültürel bağlamda bir dönüşüm hedefine dönüştürüyor. Toplumun değerleri ve normlarıyla ilişkili olarak yeni bağlar oluşturma zemini sunuyor. Bu nedenle, serginin bitiş noktasında yer alan “Siz neyi kime/neye emanet etmek istersiniz?” sorusu, herkesin kendi üzerine düşünmesini sağlayacak interaktif bir alan sunarak büyük bir anlam ifade ediyor.

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz

Referanslar

Holland, J. H. (1998). Emergence: From chaos to order. Oxford University Press. ISBN 0-7382-0142-1
Wittgenstein, L. (1996). Philosophical investigations (G. E. M. Anscombe, Trans.). Blackwell. (Original work published 1953)
Tedeschi, R. G., & Calhoun, L. G. (1995). Trauma and transformation: Growing in the aftermath of suffering. Sage Publications.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir